erg

‘uyudum’

topluca

19 Nisan 2011

tanimadigim bir evde, ama butun evde; sevisen insanlar gordum. detaylar aklimdan silinmis, ama, her odada insanlar vardi, herkesi taniyordum, herkes cok rahatti, butun kapilar acik, butun isiklar kapaliydi. yine de etraf aydinlikti. ben dolasiyordum, dolasiyordum, bilmiyorum neden.

koy meydanindaki gardrop

16 Nisan 2011

koy meydaninda, kucuk kirmizi ve golf carta benzeyen bir motorlu aracla, sola dogru donmeye calisiyorum. ya taslara takildik, ya da aslinda donmeye calistigim yer donebilecegimden cok dar; olmadi. indik, yurumeye basladik. altimda da popomun yarisini acikta birakan bir sort vardi, bacaklarim kalin ulan baska bir sey neden giymedim diye dusunuyorum. neyse. egimli arnavut kaldirimli dar yolda, yuruduk yuruduk. daha sonra kahverengi bir odada, buyukce bir masanin etrafinda, grupca yemek yedigimizi hatirliyorum sanki. orasi biraz sisli, ama devami cok net. meydandayim bu defa. herkese ayri ayri tahsis edilmis, iki kapili gardrop buyuklugunde calisma bolmelerini toparlamamiz gerekiyor. ustelik benden baska isini bitirememis de oldukca az kisi kalmis. toplamda iki orta boy bavula buradaki tum ivir zivirlarimizi sigdirmamiz, sonra da baska bir etkinlige yetismek uzere gruba yetismemiz gerekiyor. sandalyeye cikmis, ust raftaki esyalarimi alip alip duruyorum. yok yani, bitmiyorlar. hem bitseler bile, bavullara sigmalari mumkun degil. galiba, yetisemiyorum.

labirent gemi

15 Nisan 2011

zeyneple gemideyiz. oradan binmis oldugumuz, herkesin orada oldugu ve orta bolum tabir edilen yere donmemiz lazim. ancak aptal aptal baska yerlerde dolaniyor ve yolu bulamiyoruz. cildirmis gibi koridorlarda, gemi kenarlarinda, odalarda kosup duruyorum; cok sinirliyim. kaldi ki birilerinden ya da bir seylerden kaciyor oldugumuz da, asikar. bu durum cok uzun surdu. beceremedik, beceremedik. cok sikintiliyim, ay.

manastir

14 Nisan 2011

yatili okul olan, ama manastira benzeyen bir yerin bahcesindeyim. okuldan cikarken caldigim bir miktar para da yanimda. bir an once arabaya ulasip, basip gitmem lazim. 2 kisiyiz, ancak yanimdakinin yuzunu ya da ismini hatirlamiyorum. arabaya giderken iki polis arabasinin onunden gectik, bahce bos tarla gibi zaten ucsuz bucaksiz; neyse ki bizimle ilgilenmediler. disardalar ama baska bir sey konusuyorlar. yanlarindan gecip ilerledik. arabada ise nereden cikacagiz bu allahin belasi yerden tedirginligi basladi. gittik, gittik, donduk, donduk. yok. kapiyi kilitleyip burada otursak guvende olur muyuz acaba diye dusundum. nasilsa yakalanamayiz hem hissi geldi icime. sacmaladigimi dusundum. sonra da nasil ciktik artik, inan bilmiyorum.

hoscakal sehir

13 Nisan 2011

okul bitmis, kalabalik ogrenci evimizden birer birer insanlar tasiniyorlar. kapinin onunde duruyorum, bavulunu kapiya dogru cekistirmekte olan kizi ugurlamak uzere. oldukca uzgun gozukuyor, sanirim kendi sehrine donecek. anadolu olabilir, belki ege. yanimda biri daha var ama, o hemen hoscakal hoscakal diyip gitti iceriye. bense hala kapi arasindan disardaki kiza bakiyorum. kapi onundeki cicekligin kosesinden dolandi, sola dogru kivrilip, durdu. gozleri doldu, uzun uzun pencerelere dogru bakti, bakti. bir muddet bekleyip, aralik kapiyi da kapattim.

sonra; kadikoye, hatta bahariyeye cikan yola benzettigim bir yerde; duruyorum. yanimda kizim var. bir bulusmadan cikmis gibiyim. birden kalabalik bir grubun icinde kaliverdim yolda, etrafimdan dolandilar dolandilar, ve ben sanki 130 boyundayim. kayboldum aralarinda. asudenin yuzunu gordum, ay ay diye yerimde donup durur ve bir cikis ararken; onlar beni gectiler. sonra bir baktim, kizim yok. hassiktir yani, nereye kacti ki, hem nasil bulacagim. etrafa endiseyle goz atiyorum, sonra onu bir koseye sinmis gorup uzerine dogru kosuyorum. kaptigim gibi ellerimin her yerini cizdi. onumdeki ilk dukkana kendimi atip, elimde kalan tasmayi hizli hizli ona yeniden gecirmeye calisiyorum. bu arada dukkan sutyenciymis. birkac ayri masada sakin sakin oturan kadinlar, benimle cok ilgilenmediler. zaten sutyenciden cok, gozlukcuye benziyordu. neyse isim bitti, ciktik kapiya. duvarin kosesinde bir minik kedi yavrusu gordum, guzeldi de cok. alamadim tabii, kucagimda kocaman tuy yumagi. yagmur da ciselemeye baslamis. uzuldum, yurudum.

melis ve ben variz en son. bizimkilerdeki ailenin cocuklariymisiz. ailenin yarisi baska bir sehre tasinacakmis ve dizi iki tarafli devam edecekmis; aslinda ortada bir bosanma vb. yok. bavul topluyordu melis, yardim edeyim dedim. alabilecekleri esyalar oldukca sinirli sayida diye zorlaniyordu. yahu dedim ne olacak, sununla sunu giyersin, altina da bunu giyersin, hadi birkac tane daha kombin yapalim. bana kizip bagirmaya basladi deli, yok o onun altina olur muymus da bilmemne. ne halin varsa gor diye bagirip, odadan ciktim. peeeh.

sinifla bizi hocam

12 Nisan 2011

yeni somestr baslangicinda, okula geliyorum; yanimda yasinay. lisedeyiz. sinif katina ciktigimizda bizi gereginden fazla bir kalabalik karsiladi. herkeste bir telas var, insanlar ustuste altalta. yeni yapilan duzenlemeyle siniflar sacmasapan bir sekilde ayrilmis. a-lar, break dans yapanlar, zincirliler, gosteris meraklilari, simariklar vb. aklimda kalan kategoriler. her birinin de kapilarin onune asilmis farkli renk ve sekillerde afisleri vardi. once peki ben neredeyim diye bir bakiniyorum, herkes yerde oturuyor ama. sagdan sola gecilmiyor ki. sonra da kargasa cikti zaten. saglam bir yere siginmak lazim. yasinayi aradim etrafta, sonra oralarda bir yerlerde emirler vardi, onlara dogru ilerledim. en son hatirladigim kargasanin karmasaya donustugu ve uzerimize dogru yagan mermilerdi.

yemekli tiyatro gosterisi

10 Nisan 2011

bir filme giriyoruz, kalabalik. annemler var, melis, ozgur, birkac arkadasim daha. sinema, tiyatroydu. iki-uc adam, bizi selamlayip, gosterilerine basladiklarinda; ben henuz bos yer ariyordum. bir ailenin arasinda iki bos koltuk gorup, melisle kendimizi oraya atiyoruz. bu arada salon, klasik bir tiyatro salonu elbette ki degil. ince uzun bir koridor, ve biz boyuna degil enine konuslanmis durumdayiz. toplam uc sira filan izleyici vardi zaten. her neyse, dakikalar gectikce seyirciler daha da begenmemeye basliyorlar oyunu. interaktiviteden hoslanmamis da olabilirler; cunku surekli ayaktayiz, raflar arasinda mercimek dolu kucuk kumas keselerin yerlerini degistiriyoruz, saklaniyoruz, bulunuyoruz, kosusturuyoruz misal. salon-koridora en son baktigimda, bes on kisi vardi yoktu. annemler teyzemler de coktan cikmislar, bufe bolumunde yiyeceklerin-iceceklerin onunde sohbet ediyorlardi insanlarla. cok durmadik sonra, biz de ciktik. ozgur butun esyalarini bana verdigi icin, montumun cepleri iyice agirlasti, neredeyse kendimi tasiyamiyorum. sonra karar verdik, arkadaslarimla baska bir yere gececegiz. ancak arabamin oldugu yeri bilmiyorum cunku babam birakmis. su yukardaki otoparkta olabilir mi acaba, ya da ilerdeki agaclik alanin oralarda. beni asagida beklerken herkes, ben yukari dogru yuruyup agaclik alanda buldugum arabayi almaya gidiyorum. arabanin ici yarim yenmis tavuk kanatlari, on konsolda minik balik kilciklari, bir suru dokulmus patates kizartmasi ve yag icindeydi. of diyorum bu nedir, yanimda pecete ya da islak mendil de yok. cok sinirli sekilde bindim, asagi iniyorum camurlu yokus yoldan. camdan da kolumu sallandirdim, birbirine baglanmis on-onbes tane bes litrelik su bidonu var, onlari cekiyorum. tekrar gelip almaya usendim sanirim, hem inerim hem cekerim. asagida ise, park edemedim. karsidan gelen arabaya yol verdim, geri geri alip cok hizli gittim ve durmam gereken yeri gectim, beni bekleyen insan sayisi ondan belki ikiyuze cikti. allahim gitgide artiyorlar. duramiyorum da. bidonlar ne oldu. sinir icindeyim.

bir yas daha

06 Nisan 2011

nice senelere sevgilim. 25 guzel yas ama; sahane. canim benim. kalp.

kuf kedileri

03 Nisan 2011

giyinip evden cikiyor, ancak henuz uzaklasamadan arabadan inip eve geri giriyorum. toplam on dakika yoktum, ama evin giris duvarinin hemen uzerinden deli gibi su akmaya basladigini goruyorum. yerler islanmis, duvarlarda kufler olusmus kisacik zamanda. endiseleniyorum, ancak kimseye haber vermiyorum. giyinmem cikmam lazim, okula yetismeliyim. saat aksam saatleri, uzerimdeki eski dizalti koyu gri tayti ve uzun lekeli beyaz tshirtu cikarmaliyim. kucuk bir dusa girdim, o arada eve zeynep geldi. ciktigimda ona etrafi temizlememiz gerektigini ancak su anda yapamayacagimizi anlattim, bir yandan da giysi dolabinin onundeyim. hic giymedigim sari kabarik yakali onden baglamali garip sifonumsu bluzu cektim cikardim, denedim. komik gozuktugumu dusunuyorum. altimdaki pantolonu da degistirdim, o arada da odanin arka duvarinin tamamen cam oldugunu ve disarisinin da bir cafenin dolu sandalye ve masalariyla cevrilmis oldugunu farkediyorum. bunu aslinda biliyor olmam lazim, cunku orada yasiyorum. belki de camlarim cift tarafli, yani onlar sadece siyah goruyorlar, ama bana gozukuyorlar. ve altimda yuksek belli lacivertli grili pantolonla ben, uzerime be giysem polemigi yasiyorum kendi kendime. oldukca kisa eski model bir kazagi uzerime gecirip, zeyneple konusmaya devam ediyorum. asla bu sekilde disari cikmayacagima eminim, yine de kiyafetim fena olmadi. hava gitgide karariyor, cafe manzaram bulut manzarasina donustu. sanki ayni yerdeyim, ama apartmanda yuksek katlara cikmis gibiyim, kendi kendine yukselen yegane apartman dairesi benim, he-ya. kapiciya soylesek de gelse baksa bu sudur kuftur nedir diye konusurken, birdenbire etrafta gereginden fazla kedi oldugunu dusunuyor ve dikkatle salonu incelemeye basliyorum. lan zeynep, bunlar nedir demeye kalmadan; sagdan soldan, kucuklu buyuklu, bir suru kedi fiskiriyor. bir kisimlari yesil olan bu kediler, tekir. bize ait degiller, ve bizden habersiz evin bir kosesinde buyumus olduklari asikar. zeynep dedim, kuf kedileri bunlar. aaay. balkonu actim, kucukler kacisti, uzerime filan atlasinlar istemiyorum hem; pek saldirgan gozukmeseler bile bildigin duvar arasinda-merdiven altinda buyumus ucube yaratiklara benziyorlar. ne olur ne olmaz. o sirada eve ayse teyze girdi, ve ben kendisine nefessiz kala kala olanlari anlattim. gule gule beni dinledi, sonra da sanirim bir cozum bulmaya calisacaktik. ki, uyandim. okula da gidemedim kesin o gun, kacti bak ders. neyse.

luke harikalar diyarinda

24 Mart 2011

canimizin kurabiye cekmesi uzerine, sevgilimle gece gece disari ciktik. bogaza paralel bir yoldan ilerleyip, oldukca buyuk bir binanin kapisinin onunde durduk. tamam iste burasi, hem bu saatte dekesin aciktir dedim ben; iceri girdik. birkac katli, eski gorunumlu, eski turk filmlerindeki kosklere benzeyen bir binadayiz. kapidan iceri girdigimizde, bir suru insanla karsilasinca; sevgilim oldukca sasirdi. a-ha, dugun varmis, aman yarabbi. luks, zevkli, sade bir dugun ama. insanlar dans ediyorlar, kalabalik, sesler. kimse bizi yadirgamadi, ben gel gel diye cekistirdim sevgilimi, aralardan gecip alt kata indik. meger galatasaraydaymisiz, bildigin okul. kantine ilerledik, 24 saat acik kantin mi ki bu simdi, e sahane. bir cocuk vardi bankonun arkasinda duran. ona sorduk, aradigimiz cikolata kalmamis ama hem de pastane gibi bir yermis meger burasi, bir suru biskuvi filan da var satilan. ben etrafta dolanirken, asil ogrenci kalabaliginin kantinin disinda oldugunu farkettim. denizin orada bir suru insan var. ne oldugunu anlamaya calisip bakinirken ben, sevgilim iki ayri torbanin icindeki salataliklari inceliyordu. degisik paketlenmis cengelkoyler. hangisini alsak diye sordu bana, ben de sanki o saatte salatalik yemek gayet normalmis gibi gidip baktim, iste su mu olsa bu mu olsa. o arada da peynirle guzel olur aslinda diye dusunuyorum. sonra aldik mi ne oldu emin degilim, ama bir anda disardaki aktivitelere katilmis bulduk kendimizi. meger yaris gecesiymis bu gece. yemekler, ickiler. ve birbirinden farkli etaplar seklinde etkinlikler var, yapilmasi gerekenler var. onu-bunu planliyoruz, insanlarin bazilarini meger ben onceden taniyormusum, bazilariyla da yeni tanistik. cok aktif sekilde calismaktayiz, acayip de eglenceli. son etaba geldigimizde, oturdugumuz masaya dogru kosa kosa bir kiz gelip beni kaldirdi. yahu sutle itmeyecek miydik diye bagrisip duruyor, gittim gittim pesinden, parmakliklardan asagi denize dogru egildim. orada iki cocuk yarisiyor, dalgalar dalgalar; ve bir sey var ortalarinda bizim tarafimizdan uzaktan itilip ileri goturulmesi gereken. buyukce bir hortum uzatti kiz o yone dogru, suyla karisik sut, ama yeterince tazyikli degil. kaptim ben de oradan bir sut kutusu, bildigin sek, pit pit pit fiskirtiyorum ileriye dogru. o bayrak gibi seyi ilerlettim ilerlettim. oh, sonunda bunu da basardik. oldu. gittim yerime oturdum, sahane. bir muddet daha sonra artik etkinlikler bitti, olan oldu kazanan kazandi. bizim de gitme vaktimiz tabii artik. o arada dugun de dagilma raddesinde galiba; cunku oldukca yogun bir insan toplulugu vardi kapilardan disari cikmaya calisan. onunla bununla vedalastik, ben arkadaslarimi optum ettim, tam gidecekken de iki kiz geldi yanimiza. hoscakallasirken sevgilime sarildi kiz, yanaklarindan opmesi gerekirken de, boyle bir zaman durdu, yavas cekimde izliyorum, sevgilim kizi opuyor dudaklarindan, boyle sarildilar simsiki, ben bir durdum. ne oluyor diye bakiyorum, anlamadim. etraf da oyle bir kalabalik ki. arkama bakmadan donup insanlarla beraber ilerlemeye basladim. disari cikip karsi kaldirima gectim. orada bir otobus duragi var, tamam ben buradan donerim eve diyorum, basim da donuyor kahretsin. neyse ki kalabalikti durak. derken farkettim ki yanimda ne telefonum, ne bir kurus para. herseyim icerde masada kaldi. etrafa bakindim heyecanli heyecanli, ne yapacagimi da bilmiyorum. ilerde kalabaligin icinde, lukeu goruyor, ona dogru kosuveriyorum. boyle boyle oldu, para lazim eve donemiyorum diyorum. bana 70 liralik bir banknot uzayip, fazla sey soylemeden anlayisla gulumsedi. parayi alip, tesekkur ettim. o arada arkamizdan gecen cocuk, icerden benim telefonumu almis kimsenin degil galiba diye, elinde gordum. uzerine atlayip, aldim elinden. sarhostu zaten, fazla zorlamadi. derken. sevgilimi disari cikarken goruyorum kapida, karsi kaldirimdan. yanindaki kizin birinin omzuna elini de atmis, oh. sinirli miyim uzgun muyum anlamadim ama, neden bin saattir orada bekledigini tam olarak da bilmedigim luke, hadi diyerek beni arabasina dogru yonlendirdi. bir suru kisi de arkaya bindi, eski camlari kalin plastik sevdigim minik ciplerdendi. gittik gittik gittik, arkada oturanlar zaten olaydan bihaberler, kafalari yerinde degil, ben suskun puskunum onde, luke da kullaniyor sadece sessizce; gidiyoruz. yolda ilerlerken, karanligin icinde bir sagda bir solda cesitli yerleri isaret ederek, aciklamalar yapmaya basladi sonra. iste burada yahudi mezarligi sahnesini cektik, iste surada obur sahneyi cektik. aa aa deyip duruyorum ben de, hem kafam dagildi biraz, guzel oldu. bir muddet sonra yemek yemek icin bir yerde durduk. luke her nereden bulduysa, alip cebine attigi nufus kagidimi bana uzatti arabadan inerken. sevindim. yemek yerken yine sevgilimi ve obur kizlari, cocuklari falan gorduk. yemekten sonra da yine gittik, gittik, gittik. sonra ben uyandim. ne bu yahu diye kizgin kizgin sevgilime gidip, aslinda ruya oldugunu bile bile, ona kizdim. kanepeye oturduk, ve televizyonda kanallari degistirdik. tesadufen durdugumuz kanal, butun bu gorduklerimi eksiksiz yayinlamaya basladiginda, sasiramadim bile. agzim acik kaldi, unuttugum detaylar bile oradaydi. bastan sonra izledik, izledik ruyami. ve sonra, ben gercekten uyandim.

9 mart.