erg

‘misafir rüyalar’

kutay schweppesi

10 Mart 2011

bir, bir buçuk gün süren uçak yolculuğundan sonra avustralya’ya varıyorum. nasıl geldiğimi nerelerden geçtiğimi tam da bilmiyorum. sanki evin içine uçmuşum gibi. karanlık, bol mobilyalı bi çatı katındayım. tıkış tıkış bir salon. dışarıya bakamıyorum, korkuyorum ne göreceğimden. sanki galaksi değiştirmişim gibi hissediyorum, dışarda farklı bi iklim ve toz bulutları havada uçuşuyor kangurular zıplıyor gibi şeyler hayal ediyorum. yanına gittiğim kadın valizlerime yardım ediyor henüz sohbet edemiyoruz. o kadar. sonra başka bi rüyaya geçtim. büyük bi marketteyiz, parti yapıcaz arkadaşlarla. market arabasına alıcaklarımızı koymuşuz geziyoruz sonra ben arabada kahverengimsi sarımsı bi schweppes görüyorum. ginkgo bilobalı yazıyo. diyorum ben mandalinalı içicektim bunu kim koydu diyorum. bakıyorum üstünde kutay yazıyo el yazısıyla. sanki herkes aldığı içiceği şeyin üstüne adını yazıyomuş. bu da bu kadar.

gülin özdemir

hop yürek

27 Eylül 2010

Oturma odasında konuşuyoruz; annem, babam, ağabeyim ve ben. Diyoruz ki on bir ceset çıkmış. Adam baya baya seri katil. Ne yapmalıyız izini bulmak için, ölen tüm insanlar da bir yerden alakasız; ama bir şekilde de alakalı bizim aileyle, daha doğrusu benimle bağlantılı.

Biz bunları konuşurken gözümün önünden cesetler geçiyor, morg. 11 alakasız insanın tek ortak noktası benim. Odamdan sesler duyuyorum. Ağabeyim gidip bakayım diyor. O sırada odamda olanları görebiliyorum. Aile doktorumuz havalandırma boşluğuna bakan odama çatıdan halatla inmiş, elinde bir cam testeresiyle camımı daire şeklinde kesip içeri giriyor.

Telefonum çalıyor, ağabeyim “Gidip getireyim” diyor; “yok” diyorum bilerek, dönüyor bir işler. “Girme sakın odama!” derken…

Salondan kuzenimin ev arkadaşı çıkıyor diyor ki, “Doktor Bey seni görmeye geldi Ahu.” İçimden geçiriyorum, evet aslında bu katil olabilir. “Nerde?” diyorum. Odanda cevabını alıyorum.

Tahmin etmeliydim diye düşünüyorum, ama yok. Kriz yönetimi derslerini düşünmeye başlıyorum. Diyorum ki telaşa verirsem daha da karışır ortalık. Bu sırada ağabeyim odama giriyor. Kafamda katilin ağabeyimi cam testeresiyle kesmeye çalışması canlanıyor. Odama doğru koşuyorum, kapıyı açıp “Aaa doktor bey hoş geldiniz, ailemizin doktoru, tam da ihtiyacımız olduğu zamanda” diyorum.

Doktor, daha önce gördüğüm yüzlerin ortaya karışımı. Gözleri onu korkunç yapan nokta, kanlanmış hem de aşırı derecede kanlı gözler. Sanki gözün beyaz kısmı yok da kırmızı kısmı var gibi. O gözler bana bakıyor, ben onlara bakıyorum. Nefesim kesilerek uyanıyorum.

ahu dal

havada

15 Haziran 2010

italyada, yuruyoruz melike ve zeyneple. yercekimi bizim icin normalden daha az. cok guzel havada asili kalabiliyoruz. karsidan karsiya gecerken garip guzel hareketler yapiyoruz. sonra tam biz gecerken, benim yaptigim bir hareketten dolayi polis geldi ve ceza yazacagini soyledi. konustu konustu, anlatti boyle. ve 100 sayfalik bir ceza kagidi verdi. biz bir baktik ki, sakaymis o ceza.

özgen bilen

uçan bukalemun alphan

23 Mayıs 2010

doğum günümdü. evde beş pasta filan var. kalabalık. havada bişey uçmaya başladı birden. kafama çarptı. bakıyorum, muhteşem renklerde bir bukalemun. ismi alphan. mumları beraber üfleyelim diyorum alphana. denedi denedi ama üfleyemedi. yeni pastalardan birini getirdiler ona üflesin diye. akşam oldu sonra, gamze çağırdı beni. uyuycakmışız artık. a gamze de bana pasta yaptırmış kocaman. internetten sipariş etmiş, torta diye bir yerden. geç gelmiş hatta, kızıp bağırmış adamlara. yalnız yemiyceksin bunları bugün çok tatlı yedin dedi bana. sadece kesip üfliycekmişim. betülün de aldığı bir pasta var odada. böyle ikisi yatağın ayak ucunda yerde duruyorlar. bembeyaz, köşeleri kırmızı şeritli şahane. alphanla beraber pastalarımızı üfledik. alphan böyle 20 cm kadar. elimi yalıyor arada. konuşuyor bir de benimle. zaten teyzem, uğurdur bukelamun madem gelmiş bırakma gitmesin demişti bana gündüz. gamze ben alphan yattık, uyuycaz artık. tık tık yaptım gamzenin koluna sonra, bişey söyliycem. uyumuş ama çoktan, uyanmadı. alphan multiplydı bu arada, derisi ve renkleri iç içe. çok güzeldi çok.

zeynep nural

fanus kafa

19 Mayıs 2010

Lisedeki dershanemin yolundayım, kantinci olduğunu öne süren genç çocuk kantini süslemek için fanus ve içine birkaç balık almış. Çocuk arkasını dönüyor, bir bakıyorum kafatası çatlamış. Ama aslında camdan bir kafası var. Diyorum ki çekinerek, kafatasınız çatlamış. “Olur mu yav” diyor elindeki fanusu göstererek, “fanus mu benim kafam?” Aslında fanus, diyorum. Elini kafasına götürüyor, diyor ki kelim ama bu kadar da dalga geçilmez ki! Rüya görüyorsun sen, o kadar eminim ki kafasının camdan olduğuna, ya da en azından son katmanın deri değil de cam olduğuna, uzun boyumdan yararlanıp kafasının üstüne bakıp duruyorum…

ahu dal

esnaf teyzeler oturun yerlerinize

13 Mayıs 2010

Uçaktayım, nereden nereye gittiği belirsiz. Yol arkadaşım sürekli değişiyor, kimi zaman İsveç’ten biri, kimi zaman dostlarımdan biri. Yol da değişiyor, kimi zaman Eskişehir içi, kimi zaman Kalmar – Malmö arası. Şimdi aslında uçaktayım ama uçak otobüs gibi gidiyor. Kalkamıyor bir türlü. Kaptan pilot bir şeyler söylüyor, hostesler yerlerinize kalkmak üzereyiz gibisinden. Ama sürekli yerdeyiz. Bir ara uçak havalanıyor, sonra tekrar iniyor yere, Eskişehir – Doktorlar’da süzülüyor uçak diyorum tramvaylar nerde, bir yandan da indirim var mı diye vitrinlere bakıyorum. Uçak tekrar havalanıp tekrar yere indiğinde kuğu ve ördeklerle dolu bir gölün kıyısında olduğumuzu anlıyorum, ay cennet galiba diye düşünürken, uçağın içinde Çingen teyzemler yürümeye başlıyor, kordonda hep karşımıza çıkan tiplerden, seviyorum diye düşünüyorum, ne eğlenceli karakterler. Ellerinde pamuk helva ama paket minicik, hacimsiz, normalin dörtte biri kadar, satmaya çalışıyorlar. Kaptan da sanki tur rehberiymiş gibi hızımız şunun üstüne, sağ tarafta kuğulu göl, sol tarafta ördekli park gibi anonslar yaparken birde bağırmaya başlıyor, kalkışa geçiyoruz diye. Sanki düşüyormuşçasına telaşlı. Birden diyor ki, esnaf teyzeler oturun yerlerinize, kalkıyoruz diyorum. O an düşünmeye başlıyorum, kokpitte hepimizi görüntüleyen ekranlar var, tedirgin oluyorum. Yiyemeden pamuk helvayı alarm çalıyor.

ahu dal

bu benim son yazim olabilir

08 Mayıs 2010

hayatımın en kötü rüyalarından biriydi. neden böylesine berbat bir haldeydim anlamadım. hayırlara vesile olsun bile diyemicem olmayacağı bariz. rüyamda evleniyorum. gerçek hayatta şu anda tanımadığım bir adamla. şimdiki sevgilim de yakın bir arkadaşımız. benim üzerimde henüz gelinliğim yok. saçlarım ve makyajım yapılı. bir dairedeyiz. aile üyeleri de orada fakat kimsede aşırı bir heyecan yok. daha çok oldu bitiyo işte. evlencekler nolcaaadı a.q modunda herkes. ablam gözümün içine bakarak “ırmak emin misin?” diye soruyo. o sırada olsa da olur olmasa da olur diye geçirdiğimi hatırlıyorum içimden. ablama cevap vermiyorum. sonra şu anda ailede gayet de olmayan ama rüya aleminde kuzenim olmayı başarmış bir kız “ırmak abla neden evleniyosun?” diye soruyo. “çünkü her sabah uyandığımda bu adamı yanımda görmek istiyorum” diyorum. uyanıyorum. alla allaa diyorum kendi kendime. bi çiş yapıyorum yatıyorum. rüyaya devam. bu sefer rüyanın dark side olan bölümü başlıyo. üzerimde gelinliğim var fakat yırtık pırtık. ayaklarımda topuklu ayakkabılarım yok. gerçekte var olan çok sevdiğim sarı babet-sandaletlerimi giyeyim bari diyorum. sonra madem ayağıma sarı giydim dengelemek lazım başka bişe de sarı olsun diyorum. kafama sarı bir toka takmayı akıl ediyorum. işte o sırada tanrım!! kafamı görüyorum. tüm saçlarım kazınmış. ensemdem omuzlarıma kadar küçük, siyah, sert domuz kıllarıyla kaplıyım. tiksintiden midem bulanıyo. oha beni böyle bile seven biri var diyorum. kel kafamdaki duvağıma bakıyorum, hediye paketi yaparken kullanılan iple de toka yapmışlar kafama. halim rezalet. yine de evleniyo keriz herif benle. mide bulantısıyla uyandım. o günden beri yolda falan kafama bişe düşmesini bekliyorum. kesin felaket haberi rüyası çünkü bu. tüm kötü semboller var. bu benim son yazım olabilir.

ırmak örnek

zehir yesili

08 Mayıs 2010

uyanıyordum, çok gerçekçiydi, aynı yatak aynı oda. kalkıp aynada gözlerime bakıyordum uzuuuun uzun. yemyeşillerdi. zehir yeşili gibi. ya da iksir yeşili de denilebilir. kirpiklerim de çok uzundu. ama odamdan çıktığımda ev aynı ev hayatım da aynı hayat, değildi. evleniyordum bi kere çok komik. hem de hiç tanımadığım biriyle. arkadaşlarım vardı yanımda gözde sevgi. ama ben hiç hazır değildim. duştan çıkıp kot giyip o alana katıldım sadece. gözde saçlarını saralım bari diye bigudiler getiriyordu ve aynı zamanda ben bi film okuluna yazılmıştım ve hoca bize birbirinden ne kadar alakasız olabilcekse o kadar alakasız şekillerde ve yerlerde sahnede aks örtüşmesi diye bi ders veriyordu. sonra ben kiminle evleniceğimi bile bilmediğim ve hiç bişeye hazır olmadığım için herkesle dalga geçiyordum.

cansu cansoy

eski, cok eski

18 Nisan 2010

ben küçükken, böyle ama baya baya küçükken, sürekli aynı rüyayı görüyordum. her gece değil, ama kısa aralıklarla. o rüyayı – daha doğrusu kabusu – görmediğim zamanlarda başka rüya da görmüyordum. bir garipti.

kocaman bir ev. hep aynı ev. iki katlı. gerçi evden sadece bir görüntü var aklımda; merdivenden çıktığın zaman u dönüşü yaparak yürümeye başladığın, merdivene paralel uzanan koridordaki sağdan – zaten solda merdiven kalıyor – ikinci odanın kapısından kafanı uzatıp baktığında gördüğün.

kovalamaca hep bu karede geçiyor. bir palyaço, gecelerce beni kovalıyor. kısa süreler için ama, üç dakika beş dakika. koridora baktığım odaya saklanıyorum. bitiyor. uyanmıyorum.

melis ünüvar

bufalo

15 Nisan 2010

Martin, Fredrik, Nicole ve ben. Akşam saatleri, bir pubın önündeyiz. Ne yapsak düşüncesinde, evde mi takılsak yoksa gitsek mi puba, 29una da çok var, para harcadık çok. Pub da mahzen gibi, yer altında. Bir adam çıkıyor pubdan, gençler diyor; yardım edin bakalım. İçerisi nasıl kargaşa, sanki antika dükkanı. Diyor ki bu koltukların yeri değişecek. Koltuğa dokunuyorum, canlı bir his, yumuşak deri gibi. Ama deri koltuk gibi değil, kanlı canlı deri gibi. Üçlü bir koltuk. Dikkatle baktığımda 6 tane gözle karşılaşıyorum. Ama normalmiş, adam diyor bufalo kafasından yaptırdık koltukları, canlı canlı kullandık, otururken fazla ağırlığınızı vermeyin. Fazla ağırlığımızı vermeyelim mi? Bakıyorum bizimkilere, çok doğallar. Diyorum tam İsveç’liler. Eğer biri yaptıysa artık normal bir durum, tepki vermeye gerek yok. Ben de onlardan olmuşum artık derken, Martin koltuğu kaldırıyor koltuktan ses çıkıyor, yani bufalo kafasından. Ama mö gibi bir ses değil, sanki bir beni buraya hapsettiler, üstüme oturup duruyorlar canım acıyor dercesine hafif bir inilti. Bu sefer tepki gösteriyorum, ay koy geri koltuğu yere. Bir anda sesler yükseliyor. Etrafımdaki antika dükkanı şeklindeki puba bakıyorum, ayrıntılar arıyorum. Duvarlarda gözleri oynayıp duran bufalolar var. Hala durum normal gözükürken, bir karafatma görüyorum yerde, çıkalım diyorum. Pis burası baksana yerde böcek var, oturmam ben burda.

ahu dal